top of page

Demleme II

Küçük bir bahçesi olan pembe renkli bir müstakil bir evin bodrum katında yaşıyordu. Küçük bir bodrumda aklınıza gelebilecek tüm ıvır ve zıvırları saklamış hepsini özenle koruyordu. Bodrumun ön tarafına torunları geldiğinde oynasınlar diye iki tahta direğe urgandan bir salıncak kurmuş, içini samanla doldurduğu çuvalı da üzerine örtmüştü. Yeterli yüksekliği ayarlayınca tırnak çakısını çıkarmış, torunun canı yanmasın diye tahtadaki tüm kıymıkları ince işçilikle temizlemişti. Gözleri de pek görmezdi ama merhametini buzluktan çıkardığında iyi adamdı Kenan Amca. Torunları gelmeden bir hafta önce -o telefonla oynayanlara sinir olan adam- telefonun başından ayrılmaz, gelecek aramaların parlaklığını gözleriyle açardı. Telefon çalınca pek açmayı bilemez, bağıra bağıra seslenirdi eşine. ‘’Koş Ayten koş, bak çocuklar arıyor galiba’’ E be Ayten nere gittin mori. Ne zaman bir şey olsa yoksun, o komşular ah o domuz komşular yok mu? Gitme diyecem ama azcık senden de korkmuyor değilim. Böyle söylenir de söylenir, Ayten gelince de kuzu olurdu. Genelde inat olduğundan keçi derdi Ayten Nine ona. İlerleyen saatlerde adı Naci olurdu bir arada Naciye. Ama en komiği de sabah uyanınca seslenmek için söylediği bir yerden türetildiği belli olan isim. Torunları ona çok gülerdi. Ayten Ninenin Kenan Amcaya taktığı Fosman lakabına. Yani Osman değildi ama ona çok benziyordu. Torunlarından küçüğü bir gün karnı ağrıyana kadar buna gülmüş ama neden Fosman dediğini sormamıştı Ayten Nineye. Ama bir boy büyüğü epey düşünceli, ipe un seren zekasıyla bu lakabın ne anlama geldiğini sormuştu. Ayten Nine büyük bir ciddiyetle: “ Bunun yaptığı her iş (fos) çıktığından ve kandırıldığından Fosman. Ee azcık akıllı olsa Osman olacaktı’’ derdi. Bu lafın etrafında bütün çocuklar dans ede ede gülerlerdi. Bu sırada Kenan Amca karşı divanda oturmuş, iskambil kâğıtları ile fal bakarken tüm gülüşmelere kulak kabartır fakat kulakları az işittiği için de kaşlarını çatarak anlamsız bakardı. Komik adamdı ama ustalıkla gizlerdi bu sevimli halini. Kıh kıh kıh gibi bıyık altı gülüşünde biriktirdiği onca derdi unutturuverir, bir koşu yemek hazırlardı gelen çocuklarına. Ama nasıl yemek, tencerenin biri kaynarken diğerini ocaktan alır, pilavı sorar, bir yandan sarımsaklı cacık için salatayı ince ince doğrardı. Bütün bunların hepsini yaparken o kadar hamarat görünmüyordu ki Ayten Nine dayanamaz sonunda mutfağın anasını belledin derdi. Bütün gün çocuklar belledin ne demek diye koştururdu evin içinde. Aile büyükleri ise çaresizdi.

Bütün bu olanlar olmadan önce, ekin zamanından birkaç gün önce mezarlıkta uyuyakalmıştı çocuk Kenan. Bütün bu telaşı çocukluğundaki gördüğü bir kabus olabilirdi. Koca bir tütün tarlasında geceyi aydınlatan ay ve yıldızı göğsünde bir fener gibi yakmış, gün ışığını hasretle beklemişti. Kim beklerdi acaba sevdiğini bu kadar?


On iki yaşındayken Kenan ellerinin çapa boyunda büyüdüğünü hissetmiş, ayakları sular içinde kalmıştı. Eli o gün bugündür kalem tutmadı ama öyle çok severdi ki okuyanları. Adını yazmayı öğrendiğinde büyük torunun elini öpmüş, benim ilk öğretmenim sensin, demişti. Öyle duygusaldı ki gözlerinin önündeki birinci perdede canından çok sevdiği Ayten’i izliyordu. İkinci perdede gece yatmadan önce ettiği dualarında eksik etmediği büyük oğlunu. Çabuk buluştular. Öyle ya da böyle bu hikaye anlatılmaya değerdi. Devamı sonra , az biraz sonra.


8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

50 sene gibi

Kenan Amcanın merak uyandıran hikayesi, hoşgeldiniz.

Teslim IV

Teslim III

  • Twitter
  • Instagram
  • YouTube
bottom of page