Teslim III
3 Nisan doğum günüydü. Tüm hazırlıkların tamamlanmasına bir kaç gün kalmıştı işte. Tüm aile büyükleri aramış , eksik bir şey var mı ? diye sormuşlardı. Hemen hemen her sene yaşanan bu heyecanda bu kadar yoğun bir bekleyiş olmamıştı hiç. Emekli olduğundan beri ilk defa kutlanacaktı, bu sebeple her şeyin tam olması gerekiyordu. Büyük bir alman pastası yapmıştı eşi. Almanları çok sevdiğinden değil ama yine de I. Dünya Savaşı'ndan beri üzerine sinen ''Az kalsın yeniyorduk be'' hissiyle Almanların yanında destekleri sürüyordu. Her sene Alaman çiklotalarını heyecanla beklerken volksvagen serisinin tüm arabalarını da övüyordu. Gelen misafirler Almanlar hakkında ne düşünür emin değildi ama harika bir pastayla hünerlerini göstermeyi çok istiyordu. Bu aileye gelin geldiğinden beri belki de onunla ilgili tartışmasız hem fikir olunan konuydu, elinin lezzeti. Küçük yaşlarda - evin en küçük kızı- olmasına rağmen ocağı yakmak için fırını yakar, kardeşlerine ekmek yapardı. Dumanı içine çeke çeke ve gözleri kızarana dek uğraştığı bu ekmekleri, sevdiklerinin bayıla bayıla yemesinden çok mutlu oluyordu. Güzel yorumları duydukça da yeni tatları denerken daha bir iştahla yapmaya başlamıştı. Çocukluğundan beri öğrenmiş olduğu yeni tatları, konu komşunun kim olduğunu önemsemeden aldığı tüm tarifleri, altmış yaprak çizgili deftere özenle not ederdi. Zamanla yazıların puntosu da büyümüş, yaş aldıkça da 2.75 derecedeki sol göz miyop hastalığına göre optimize olmuştu. Önceleri ezberinden yaptığı yemekleri, şimdilerde bu deftere bakmadan yapmakta zorlanıyordu. Bu özel bir gündü. Bu sebeple tadında ufak bir değişiklik bile gün boyu aklına takılırdı. Bunu yaşamamak için mutfak tezgahının solunda üç çekmeceli dolap rafının üstünden defteri aldı. Defterin ortalarına doğru bulmuştu alman pastasının adresini. Bir ayağı sallanan hayallerini süslemek için tüm eşi dostu çağırmıştı, senelerdir hiç görüşmediği akrabalarını bile... Defterde yazılanları okurken istemsizce kafasında kuruyordu. Elli altı mumun temsilcisi gibi göğsünü gere gere duran tam ortadaki kocaman mum, bir piyesteki seyircileri selamlıyor olacaktı . Doğum günlerinde tüm sevdiklerinin etrafında olmasına şaşırmış gibi görünecek, çekilen tüm fotoğraflarda insanların yüzündeki tebessümden kendine düşen pasta dilimini alacaktı. Hayal kurmak bedava olduğu için tüm organizasyonu kendine yazacaktı. Çok iyi iş çıkarmıştı gerçekten bu onun için ne kadar da özel bir şeydi. Elbette öyleydi.
O sırada yeni almış olduğu dokunmatik telefonu çaldı. Henüz alışamamıştı nasıl açıldığına. 232 alan koduyla bilmediği bir numara sürenin sonuna kadar çaldırsa da o süre içinde yeşil arama tuşunu yukarı doğru kaydıramamıştı. Kayıtlı bir numara olmadığı için muhtemelen telefon şirketlerinin bir avantaj paketidir diye düşündü. Aradan çok geçmedi sanki alacaklıydı arayan, her çalışın da -benim telefonumu açacaksın diye- bağırıyordu. Nihayet yeşil tuşu yukarı doğru kaydırmak aklına gelmişti. Alın teriyle ekmek kazanmış işçi gibi sırıtırken duydukları ortadan ikiye böldü yüreğini. Yüzük parmağından akan kana sebep olmuştu, dokunmatik telefonun kırılan camı. Öyle sıkmıştı ki telefonu karşısındaki hatta elem haberi veren kadının sesi duyulmuyordu artık. Aslında duyduğu hiç bir şey yoktu. Hissizleşmişti tüm bedeni. Masaya kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlarken telaşlı etraf gelmiş, yerdeki kanı görünce de dona kalmıştı. İçerideki sessizlik hiç bir zaman duyulmayacaktı. Bağıra çağıra da konuşsan doğum günü pastasına gerek yoktu artık. Topraktan geldi, (sana değil) oraya aitti. Üşümesin diye örttü üstünü. İyi ki doğdun dedi eşine, teslim etti vazifesi başındaki meleklere. Sonra ne oldu? Herkes evine gitti. Salondaki herkes, dünyasına geri döndü. Baş rolü kapan ela gözlü adam bile.
